-SIRA DIŞILIK-
RAMAZAN TÜLÜ

RAMAZAN TÜLÜ

KUYUYA ATILAN TAŞ

-SIRA DIŞILIK-

03 Haziran 2024 - 14:15

Özgür olabilmek için önce beyniniz özgür olmalı…,
Özgürce düşünüp düşüncelerinizi çekinmeden ifşa edebilmeli siniz.
Haksızlığı kanıksamaz iseniz yani boyun eğmez iseniz zaten özgürsünüzdür.
Aslında toplumlarda özgürlükten yana tavır beklemek söylendiği kadar kolay değildir. Özgürlük savunucuları sürü içindeki bir avuç kişiden oluşur. Onlar ki çıkarlarına muhaliflik ediyor diye dışlanırlar bazı müesses nizamın etkin olduğu müesseselerde. Dışlanmakla da kalmayıp “deli” yaftası bile yemeleri vaka-i adiyedir.
Özgürlük diye haykıran politikacılar yönetime gelip yönetme kudretini ele geçirdiği vakit,  yaptıkları ilk şey, kendilerine bile bol gelen özgürlüğü önce, kırpıp, kısıtlamak sonra da buruşturup çöpe atmak olmuştur. Dünya tarihine şöyle bir göz atın, onlar için özgürlük köleleştirme ve gasp etme, ve zengin olma  ‘özgürlüğü” olduğunu göreceksiniz, yakın uzak tarih, ülke ve dünya coğrafyası fark etmez .
Rumen düşün adamı Cioran,“Çürümenin kitabı”  adlı yapıtında: “En büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar.” demiştir.
Toplumlar kendilerine cehennemi kendi elleriyle yaratırlar.  Kendi aleyhine olan unsurlara kendini yakacak ateşe odun atan odur. Kendi kendini yıkımı, yok etmesi, ateşin sönmemesi kendi körlüğünden doğar. Çünkü umumiyetle bir otorite hayranıdır. Küçükte olsa çevresindeki bir yetki kullananı abartıp şişirmek, methiyeler düzmek ülkesine zarar verecek bir zorbaya dönüştürecek potansiyel vardır kendisinde. Kendisine yalan söyleyerek aldatanı sever.  Olaylara ve çevreye hep kuşku ile bakar, çünkü hiç sevilmemiştir. Bu yüzden genellikle kendine benzeyenleri başına taç eder.
Böyle zaman dilimlerinde toplumlardaki geniş çoğunluk şarlatanların, zalimlerin, fırsatçıların peşinden gider. Onlar da en az peşinden gittikleri kadar pragmatist olurlar. Güçlüyü kutsarlar. Yoksulluk ve zulmün de farkındadırlar. Bir şeylerin yanlış gittiğini ve olabildiğince adaletsizlik olduğunu bilirler. Ancak “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın..” gibi atasözlerine sığınılır.  İşler biraz sarpa sarmaya başlayınca da, herkes telaşla geçmişteki suç ortaklıklarının üstünü örtmeye girişir. Fısıltı halinde de olsa,  “Ben ona oy bile vermedim”, “ben zaten hiç desteklemedim o herifi”, “Onun bir zorba olacağını ben yıllar önce söylemiştim zaten” gibi cümleleri rahatlıkla kurabilirler.  Oysa böyle dönemlerde neredeyse hiç kimse masum kalmayı becerememiştir. Çünkü korku çürütmüştür ve adaletsizliğin balçıkla sıvadığı vicdanlar kör ve sağırdır. 
Ufacık bir menfaat için gözlerini bile kırpmazlar. Çıkarları için kısacası sapla saman birbirine karışsa da . “Ayaklar baş olmuştur.”, “İt mindere bağdaş kurar bu yüzden”, Böyle düzenden güç devşiren, çıkar elde eden herkes her istediğini yapmakta özgür hisseder kendisini. Onun için “ Kul hakkı ve haram yeme hürriyeti, Suç işleme özgürlüğü…” bile vardır. Bu tip süreçlerde ahmaklık, kerizlik, aptallık diz boyudur.  Şarlatanlık ve yobazlık örgütlü hale gelir. Din pazarlayanları salya sümük omuzlarda taşınır. Cennetin anahtarları bile dağıtılır(!)  Özgürlükler tıkanır ve kısıtlanır. Akıl, fikir, bilim ve mantık dışlanırken,  hurafeler ve gaddarlık iliklere kadar siner.  Tarikatlar ve cemaatler kutsanıp “Sivil toplum”dan sayılarak “STK” gibi uyduruk bir kısaltma da kullanılır.  Bu ortamlarda, üniversitelere sadece ‘hain yuvası’ ,’ateist yetiştiren’ bir kurum gözü ile bakıldığı için alabildiğince bilim dışlanır. Hatta “Cahilin feraseti” yeğlenir.  Erkek bir deveye dişi denir de, herkes devenin erkek olduğunu gördüğü, bildiği halde kimse “bu deve dişi deve değil!” diyemez…
Denetlenmeyen, hesap vermeyen bütün erkleri elinde toplayan muktedirler dönemleri, liyakatsızlıktan yağmaya, soygundan vasatlığa (‘düşük profilli’ diye bir de tabir uydururlar),  küstahlıktan olmamamsı gereken fırsatçılığa ve zalimliğe kadar sonuna kadar açıktır kapılar.  Tıpkı “Kurdun dumanlı havayı sevmesi” gibi, fırsatçı yağdanlıklar her düzene ve yöntemine ayak uydurmada olağanüstü yetenekler sergilerler. Karakterleri olmadığı için onurlarındaki aşınma hızı, koku alma duyuları oldukça gelişmiştir. Bukalemunlara bile şapka çıkartacak meziyete sahiptirler. Ağızlarını her açtıklarında, aslında kendilerinde hiç olmayan erdemlerden (Dinden, imandan, vatan, millet ve sakarya’dan)  söz ederler. Ahlak dediklerinde bilin ki bir ahlaksızlığını gizleme çabasındadırlar. Dürüstlük diye bağırdıklarında bilin ki bir hırsızlığın üstü örtülmektedir.  
Çoğunluk otoriteye itaat edip boyun eğmek zorunda kalıyorsa korkudan ve mecburiyettendir,
Bu kifayetsiz muhterisler boyun eğmeyi de bir geçim kapısına çevirirler. Boyun eğmek ve itaat etmek onlara şan, şöhret, para, zenginlik, daha yüksek mevkiler ve makamlar kazandırır. Hiçlik duygusu (aslında bir hiç olduğunu bilmek) onlara sürekli zalim olmayı da öğretir. Yukarıdakini ne kadar çok yalarsa aşağıdakileri daha fazlasıyla ezer. Çünkü; “Kraldan çok kralcı” deyimini de tarih sanki onlar için bulmuştur. Görgüsüzlükleri belirgindir. Kibirleri çekilmez. Bir lokmanın bir hırkanın erdemlerinden söz etseler de, milyonluk arabalara binip, Avrupa’ya ıstakoz yemeye bile giderler. Yalanı bir sermaye olarak kullana kullana, gerçek hayatla ve toplumla aralarına Çin Seddi girer ama ağızlarını ‘milletle’ açıp ‘milletle’ kapatırlar. Lüks ve şatafat karşısında zincirlerinden boşaldıkça, onları yukarıya bağlayan zincirlere her seferinde birkaç halka daha eklenir. Kültürsüzlüklerini gizleyecek bir şal bulamamanın öfkesi, onları bütün aykırı sesleri bastırmaya yöneltir. Omurga kelimesini sadece hayvan belgesellerinde duymuş olmanın hayretiyle yüzümüze bakarlar. Canları ne zaman istese halkın ağzına bir parmak ‘bakara-makara’ çalıp, küplerini tıka basa doldurmanın kitabını yazarlar.
Bu tür tipler bencilliğin ve korkunun esaretinde gözleri dönmüş körlerdir. Yollarını kurnazlıkla bulurlar.  Zekanın önünde değil, hileyi bir hüner haline getirenlerin önünde ibadete durular. Yukarıda bir avuç olduklarına bakma,  aşağıya doğru indikçe binlerce kola ayrılırlar. Gerçeği bir mercek gibi kırıp çarpıtmayı, konfor, maaş ve iktidarlarının teminatı olarak görürler. Yeri geldiğinde, kafaya almayı da bilirler. İştahları bir kara delik gibi her şeyi yutar. Sanki bin yıldır o fırsatı beklemişlerdir. Oturdukları sofradan kalkmayı sanki hiç düşünmemiş gibidirler. Ayrıcalıklarını “devlet adamlarının yediklerinin içtiklerinin hesabı yapılmaz-İtibardan tasarruf olmaz” diye kendi uydurdukları cümlelerde gizlerler. 
Yazdıkları köşelerde ve çıktıkları ayarlı basın ekranlarında taşları bağlayıp köpekleri salarlar, İtibarlı kişilikleri kendi düzeylerine indirebilmek için dolgun buğday başağına saldıran çekirge sürüsü oluverirler.
Beş on yerden maaş aldıkları halde, “karnımız doymuyor” diyenlere şükretmeyi salık verirler.  Kendi cüzdanları doldukça, benlikleri boşalır. Acıma hislerini yitirirler. merhamet duygularını kaybederler. Dün  ‘alçak, şerefsiz’ dediği kişiye ertesi gün rahatlıkla kahraman muamelesi gösterebilirler.  Kendileri gibi olmamak için direnenlere de hınç duyarlar.
Bu anlatılan meziyetler sıradan şahsiyetlere münhasırdır.
Biz sıra dışı, bazılarının deli diye dışlayıp hafife aldığı, aşırı dürüst ve kul hakkı yemiyorsa keriz olarak yaftaladığı insanlardan söz edecek olursak, karakter yapısı olarak sıradan olanlardan farklı olduğu için genel anlayışa aykırı davrandıklarından pek sevilmez ve dışlanırlar. Onların aslında zararsız, topluma ve insanlığa fayda sağlayacak birer dahi olduklarını bilen ve görenler rahatlıkla deli yaftalamak işin kolayına kaçmak olduğu kadar, çıkarları onu gerektiriyordur. Çünkü karşısında olanlar mevcut, karanlık ve adaletsiz sistemden nemalanan sülüklerdir.
Tarihte insanlığa yararlı, buluşlar yapan bilim adamlarının ve Mustafa Kemal Atatürk’de dahil önemli devlet adamlarının yaşadıklarına, hususiyetlerine şöyle bir bakın ne demek istediğim daha rahat anlayacaksınız. Mustafa Kemal’i bize hep yaz tatillerinde dayısının çiftliğinde ‘karga kovalayan çocuk’ olarak öğrettiler. Hal buysa bir Osmanlı subayının sıra dışı bir kişilik ile ortaya koyduğu karakter onu diğer Osmanlı subaylarından farklı kılmıştı. Ondandır ki 1920 Aydınlanması ile Türk Toplumunu 4-5 asır ileriye taşıyan ve 1923’de yeni Türk Devletini kuran bir dehadır. Mustafa Kemal çıkmış olduğu bu yolda başarısız olsaydı şayet, şimdi belki de tarih kitapları ondan bir hain ve bekli de bir deli olarak bahsedecekti.
Unutulmamalıdır ki delilerden hiçbir zaman zarar gelmez, siz akıllı sandıklarınızdan kendini öyle gören çıkar düşkünlerinden korkun…