AY YÜZLÜ GELİNİN HİKAYESİ
Mavi Ay

Mavi Ay

AY YÜZLÜ GELİNİN HİKAYESİ

08 Şubat 2019 - 19:13

Hepimiz seçime kilitlendik. Bütün basın ve medya camiasında haklı olarak seçim haberleri revaçta. Değişik bir konuda yazmak, sizleri başka dünyalara götürmek istiyorum. 

  Hikaye bu ya.. Bundan 60-70 yıl önce Umberya diye bir yer varmış. Adını ben koydum. Anadolu'nun o yıllarda gelişmemiş, eğitim düzeyi çok düşük, onlarca kasabalarından biriymiş. İşte hala gelişememiş bu Umberya'nın ova köylerinden birinde, dünyalar güzeli, güzel mi güzel, tıpkı Türkan Şoray kadar güzel, ay yüzlü, kalem kaşlı, kara gözlü, bilenlerin ve hatırlayanların hala anlattığı, güzelliği dillere destan bir köylü kızı varmış. Adı Ay Kız'mış. Dağ köylerinden yörük bir ailenin boylu poslu oğluna, aile büyükleri, kendi aralarında bu kızı vermişler. Sırsak Oğlan, kasabanın, o yıllarda, sayılı olan tek tük esnaflarındanmış. Esnaf demek, o yıllarda, vali, kaymakam gibi çok saygı gören birşeymiş. Çarşıda esnaflık yapıyor diye, kızı iyi bir yere veriyoruz dedikleri bu Sırsak Oğlan'ın aslında huyu suyu beş para etmezmiş. Oğlanı tanıyanlar ''vermeyin, kıza yazık olur'' demişler kızın anası Şercan Hanım'a. Ama köyün ileri gelenleriyle kızın babası Mercan Bey, kendi aralarında çoktan söz kesmişler. Ay Kız nişanlandığında henüz 16 yaşındaymış. 
  Vakti zamanında köyünde muhtarlık da yapan kızın babası Mercan Bey, diğer iki ablasıyla birlikte üç kızını da hiç okutmamış. Kız kısmı okur muymuş.? "Beni kesseniz de asla kızlarımı okula göndermem'' demiş. O yıllarda köylerde, kız kısmının okula gidip gelmesi ayıp karşılanırmış ve yine o yıllarda köylerdeki kız çocuklarını okutmayanlar için, kanunun, cezası varmış. İşte köyünde muhtarlık da yapmış bu Mercan Bey, kızlarını okutmama inadından, kızlardan birisi için, hatta gitmiş 10 gün damda yatmış gelmiş. Daha annesinin karnındayken, Çanakkale'den, askerden dönmeyen babasını, hiç görmemiş karısı Şercan Hanım da okuma yazma bilmezmiş, kızları da. Bir tek üç erkek evladı okumuş. O da ilkokula kadar. Oğlanların en büyüğü okusaymış, o yıllarda ortaokuldan sonra öğretmen olunuyormuş, ama büyük oğlan ben okumak istemiyorum deyip, köyde çiftçilik yapmaya devam etmiş. İşte o gün bugündür bu aileden doğru düzgün üniversite okuyan çıkmamış, okuyana da sahip çıkılmamış. O ne öyle üniversitede kızlar, kızlı oğlanlı oturuyormuş. Kız kısmı bak bak bir de erkek gibi pantolon giyiyormuş. Üniversitede okuyan bir kıza çok para gidiyormuş, çeyizi gecikiyormuş..muş da muş..Hep öyle konuşmuş durmuş, ailenin şımartılmış, ayrıcalıklı köylü gelinleri.  
  Kendisi hicri takvime göre 1330lu, aslen 1920li yıllarda doğmuş olan Mercan bey, Arapça eski yazı bilir, sabah akşam huzur içinde Kur'an hatim edermiş. Sözünün eri, köyünde tanınan sevilen biriymiş. Aman yarabbi bu Umberya'da da köken, dedelerinin sülalesi, kim kimlerdenmiş pek bir önemliymiş de hikayemizde olayın konusu bu değilmiş, tıpkı hayattaki çok daha önemli olan pekçok şey gibi, hikayedeki dersler önemliymiş. 
  Eğitimini aldığı köyün saygıdeğer mollası kendi kızlarını ilkokula yollayıp okuttuğu halde, bu dediğim dedik Mercan Bey, kızlarını okula yollamamış. Kızlardan en büyüğünü bir dağ köyüne evermiş. Ortanca olanını ise köydeki hafızlara vermiş. İşte bu 16 yaşındaki dünyalar güzeli kızını alan yörük ailesi ise ''biz, oğlana, kasabaya ev yapıyoruz'' demişler. 
  Kasabadaki o ev tamamlanacak diye, dünyalar güzeli Ay Kız, köylük yerde, beş sene nişanlı kalmış. Tam beş yıl. Bu arada, Sırsak Oğlan'ın küçük kız kardeşinin bile düğünü yapılmış ama bu genç çiftin evlenmesine bir türlü sıra gelmiyormuş. İşte iki aile arasındaki anlaşmazlık, bu kadar uzayan, artık suyu çıkan nişanlılık sürecinde başlamış. Zamanla taraflar birbirini sevmez olmuş. Düğün günü geldikçe erkek tarafı hep ağırdan alıyormuş. Oğlanın kasabadaki evi beş yıldır bir türlü tamamlanmıyormuş.
  Dünyalar güzeli ay yüzlü Ay Kız, o beş yıl boyunca sabrını, güzelliğini, dileklerini, hayallerini işlemiş ilmek ilmek çeyizine. O yıllarda köylerde elektrik yokmuş. Tütün tarlasına gidilir, oduna gidilir, köyün çeşmesinden su getirilir, tüm işler bitince de akşamları gaz lambasının ışığında kanaviçeler, sırmalı tülbentler, kasnak oyaları işlenirmiş. Gelinlik çağındaki genç kızlar, birbirleriyle işte o gaz lambalarının ışığında o örnek, bu örnek için yarışırmış. O yıllarda köylerdeki genç kızların tek bildiği çeyiz yapmakmış. O bitmek bilmeyen beş yıl, kanaviçeler, o dönemki çevrililer, şeftali çiçekli yastıklar, karyola dantelleri, sandık örtüleri, iğne oyalı ipek tülbentler, hiç bozulmadan senelerce duran krepler işlenmiş de işlenmiş. Gel zaman git zaman, artık kızın anası Şercan Hanım, evin babası Mercan Bey'e, oğlanevi için "gel bu nişan bohçasını atalım bak olan bizim kıza oluyor" demiş. Dediğim dedik kız babası Mercan Bey, "ben kendime kızının nişanı atıldı" dedittirmem demiş. O devirde köylük yerde, bir genç kızın nişanlısından ayrılması, bir kız babası için büyük ayıpmış.
  Oğlancağız da çarşıda kendi başına çalışıp evini yaptırıyormuş ama meslek sahibi olsun diye 11 yaşından beri kasabada yanlarında kaldığı, en büyük ablası Emir Hatun'la kocası Afşik Ağa'nın bu eve en ufak katkısı bile yokmuş. Ev dediğimiz ise, kiremit çatısı bile olmayan, bahçeli, tuğladan, tek katlı, ama o yıllarda güzel bir evmiş. Hala da, evin hepsi benim olsun diyenlerin planları sürermiş.
Anası babası, okuma yazması bile olmayan bu Ay Kızı, kasabadaki ablasının yanına saldığında, işte bu delikanlı, kızın Hurşik eniştesine gelip "söyleyin de bahçeye çıksın çamaşır asarken uzaktan da olsa bir göreyim" dermiş. Bir kerecik göreyim dediği ise, kızın ailesinin erkeklerinden biri, kızın Hurşik eniştesi de oğlanın başında dururmuş. Kahvenin orada öylece beklermiş  kızın eniştesiyle oğlan, nişanlısının, uzaktan da olsa, avludaki duvardan ay yüzünü bir kerecik göreyim diye. Sevdasını, kavuşma hasretini manilere döker, gelir sonra da kendi ablalarına okurmuş genç delikanlıyken.
 Nihayet iki aile, bu iki genci evlendirecek olmuş. Artık senelerdir söylenip duran, aradaki laflardan o kadar gerilmişler ki, düğün günü taraflar arasında gerginlik çıkmış. Gelin almacıların delikanlıları, zurnalar eşliğinde avluda içerlerken, kız evine "önümüze tavuk kızartıp getirin " demişler. Düğün günü işte bu tavuk isteme yüzünden neredeyse kavga çıkıyormuş. O tavuk ne yapıp edip kız evinin eli çabuk kadınlarınca yetiştirilmis sofraya.Yıllar sonra bile birbirlerini anlatırlarken "aman ne oldukları gelin almada tavuk isteyen oğullarından belliydi" denilirmiş. Hikayenin bu kısmındaki anlatılanlar teferruat gibi gelse de, işte bu incir çekirdeğini doldurmayacak küçük laflardan iki tarafın husumeti uzamış da uzamış yıllarca. Hastalıkda, ölümlerde bile sürmüş kinleri, olan Ay Kız'a olmuş da onu pek de umursayan yokmuş. Varsa yoksa boynundaki altınları, tarlası, zeytin ağaçları. Senelerce hatta hala bile, bunun kavgası sürmüş, insani acıları bile önemsemez olmuş artık içlerinden bazıları, sırf bu mal, altın sevdasından. 
  Kınada da kadınlar kendi arasında kına eğlencesi yaparlarken, gelinin etrafında bakır çanakları vura vura dönecek olan görümcelerden Esra Hatun'a istediği tabak verilmemiş de"Aman onların ne olduğu bakır çanak istedik de bilmem ne getirdiler ordan belliydi zaten" diye anlatılırmış iki köylü aile birbirinden bahsederken. Kız tarafı erkek tarafına kızgınmış, kendi güzelim kızları ve oğulları onca sene dururken, o yıllarda görülmemiş şey, ailenin en küçük bekar kızını evlendirmek için seferber olduklarından.
  Davul zurnalar eşliğinde gelini de alıp, bir köyden diğer köye gitmiş oğlan tarafı gelin alma günü. Bu çok sessiz, ağırbaşlı, sabrını senelerce sadece nakışlara işleyen kızcağız, gelin almacılarla erkek evine vardığında, sessiz için için ağlamaktan fenalaşmış artık bir ara. Yol ne kadar sürdü, o günkü adetlerde gelin, o kalabalıkta, yüzü kapalı duvağıyla ne kadar bekletildi bilinmez, "anası evinden hasta marazlı geldi bu" diye anlatırmış Sırsak Oğlan hala seneler sonra. Ortada bununla ilgili en ufak bir belirti olmadığı halde, kendi kusurunu hep böyle örtbas etmiş. "O günden belliymiş onun ne olacağı.'' Öyle anlatmış hep, hikayenin başında huyu suyu beş para etmezmiş dediğimiz, bu dünyalar güzeli ay yüzlü gelinin kıymetini bilmeyen Sırsak Oğlan. 
  Köylülerinin on yıllar sonra bile güzelliğini hala anlattığı bu ay yüzlü güzel gelini tanıyanlar, yıllar sonra bile O'nu hala hatırlayanlar "neydi O'nun o güzelliği. Başında iğne oyalı krepleriyle ne güzel yeni gelindi, bir içim suydu" derler, hatırladıkça gözyaşları içinde anlatırlarmış hala. Diğer ablalarından ve erkek kardeşlerinden farklıymış."İçlerinde O bambaşkaydı. Çok sessiz, ağırbaşlıydı" diye anlatırmış köydeki akranları.
  Nasıl olduysa birgün, dağda beraber zeytin toplarlarken, bu çok sessizdi denilen güzeller güzeli gelinle, koca sülaleye yıllardır tek başına hükmeden en büyük enişteleri Afşik Ağa ve en büyük abla Emir Hatun arasında bir tartışma çıkmış. 11 yaşından beri yanlarında emir altında tuttukları kocasını, daha yeni evlendiği karısının yanında, herkesin içinde azarlayıp ezdikleri için, yıllardır evlenmelerini geciktirip duran bu büyüklere, artık dayanamamış cevap vermiş kadıncağız. Belki köyünden çıkıp geldiği, kanatları altına girdiği kocasına sevdalı yüreğinden, belki de kocasının bu kadar ezilmesine gönlü razı gelmediğinden, en büyük abla Emir Hatun'la dağda münakaşa etmiş. İşte o olmuş bir daha da gidiş geliş hiç olmamış aralarında. Hastalıkda, doğumda, ölümde, cenazesine bile gelmemiş bu kindar, vicdanları nefretten kararmış büyükler. Ay Kız'ın tüm köylerde duyulan, koca kasabayı yakan, herkesi gözyaşlarına boğan ölümünden sonra bile, o pek bir saygıdeğer görünen Afşik Ağa ''altınlar da altınlar'' diye bu ay yüzlü gelinin boynundaki altınlarının peşine düşmüş, yerine gelen paragöz, mal sevdalısı Feriştah gelinle senelerce. Yıllar sonra bile o sevgi yoksunu, insani duyguları yitip gitmiş, menfaatçi gözleriyle, Ay Kız'ın ölümüne dair tek bir kelime söylememiş, varsa yoksa altınları anlatmış durmuş bilmem ne kadar zeytini, tarlası, parası olan bu bencil yaşlı adam. 
  Bu dünyalar güzeli ağırbaşlı, sessiz, sakin gelin, beş görümce bir de kaynanası arasında beğenilmeyen gelin olmuş o günden sonra. Beğenilmemiş ama öve öve bol yağ çektikleri, sonradan yerine gelen Feriştah gelin, her ne kadar dışarıya herşey güllük gülistanlıkmış gibi gösterseler de, tüm görümcelerine ve ölmek üzere olan kayınpederine ve işte bu hikayedeki Sırsak Oğlan'a, bu kadar iyi olan Ay Kız'ın kıymetini bilemediniz dercesine, ömrü boyunca, az çektirmemiş. Hatta vakti zamanında anlı şanlı olan kayınpederi yaşlanıp bakıma muhtaç olunca, bir yudum suyu bile burnundan getirmiş. E bu hikayede de ilahi adalet işte böyle tecelli etmiş.
  Umberya'da hiç dillendirilmeyen, bilenlerin hala yüreğini yakan, hesabı hiç sorulmamış, kimsenin hala hesap vermediği, gerçeklerin yalanlarla gizlendiği, ay yüzlü gelinin, hazin hikayesinin devamı gelecek hafta.