3. (SOL) İTTİFAK
RAMAZAN TÜLÜ

RAMAZAN TÜLÜ

KUYUYA ATILAN TAŞ

3. (SOL) İTTİFAK

18 Şubat 2022 - 09:19


 
Siyaseten ülkemizde garip, bir o kadar da enteresan gelişmeler oluyor.
 20-25 yıl önce bu ülkede siyaset yelpazesinde ‘Merkez Sağ’, ‘Radikal Sağ’ ‘Merkez Sol’ ve ‘Radikal Sol’ gibi kavramlar kullanılırdı. 
 Merkez Sağı ‘ANAP’ ve ‘DYP’ temsil ediyordu.
 Merkez Solu ise ‘CHP’ ve ‘DSP’ sembolize ediyordu.
 Radikal Sağ platformunu Milliyetçilik Vurgusu ile kendini öne çıkaran MHP ile birlikte İslami argümanlar kullanan ümmetçi anlayışa haiz din eksenli politikalar ile başarılı olmak isteyen (halkın dini inançlarını istismar eden) MSP ve devamı partiler dolduruyordu.
 Alışa gelmiş yelpaze ve kanatları bu şekilde iken 2002 yılından sonra çok farklı bir siyasal iklim ve konjonktürde yaşıyoruz.
 2002 Seçimleri ve sonrasında Merkez Sağ’ın parlamento etkinliği kayboldu ve sadece kağıt üzerinde birer isim olarak kaldı.
 2002 den sonra ülke yönetimini tek parti olarak yürüten siyasal hareket kendi gücünü devam ettirmek adına ittifaklar dönemini başlatıp radikal sağın diğer kanadını da yanına alarak ‘Cumhur İttifakını’ kurdu. 
 Etki tepki meselesi olarak karşılarında bulunan ve muhalefet yapıyormuş gibi gözüken siyasal oluşumlarda ‘Millet İttifakını’ oluşturdu. 
 Her ne kadar Cumhur İttifakı karşıtı ittifakı halk nezdinde küçük düşürmek ve başarısız kılmak için ‘Zillet’, ‘İllet’ gibi yakıştırmalarda bulunsa da son yerel seçimlerde bu ittifak Büyük Şehir Belediyelerini alarak küçümsenmeyecek bir başarıya imza atmış oldu.
 Bu başarıdan yola çıkarak ülke yönetimini de ele geçirmek ve ‘Parlamenter Demokrasiyi’ yeniden inşa etmek üzere Millet İttifakının genişletildiğini ve Çankaya Belediyesine ait ‘Ahlatlıbel Tesislerinde’ kurulan masada altı Genel Başkanın fotoğraf çektirdiğini gördük. 
 Fotoğraftaki ev sahibi Kılıçdaroğlu’nun kaset operasyonu ile Deniz Baykal’ın koltuğuna oturduğu 2010 yılından bu yana demokrasilerde olmaz ise olmaz ilke olan “LAİKLİK” sözcüğünü ağzına aldığını ben hiç duymadım. Dostlarımızla iktidara geleceğiz/geliyoruz diyen Kılıçdaroğlu’nun fotoğraf karesindeki arkadaşlarına/dostlarına (!) bakınca, sağcı, sağdan gelme olduklarını görüyoruz ve elbette Akşener, Karamollaoğlu, Davutoğlu, Babacan ve Gültekin Uysal’ın sol literatür ile bir ilintilerinin olduğu iddiasında değiliz.
 Radikal Sağ ittifakına karşın yönetme iddiasında başarı elde etmek için kayabildiği kadar sağa kayan bir CHP ve sağdan yanına aldığı ortaklar (dostları) sağa karşı sağın çekişmesine sahne olacaktır. Ülke siyasetindeki mevcut anlayış demokrasi yanlısı olmayıp tamamen demokrasiyi yok etme, nerede ise kaldırma girişimi üzerine kurulu. Yukarıda adlarını zikrettiğim siyasal oluşumların hangisinin içinde ‘Parti İç Demokrasiye’ yer veriliyor? Parti içi demokrasiye saygısı olmayan şahsiyet her kim olsa da ulusal düzeyde demokrasi tesis edeceğine şahsım adına söylüyorum, ben inanmıyorum!
 Esasen Aydınlanma Devrimi ve Cumhuriyetin kazanımları 1938 de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün vefatı ile hitama erdi. Toplumsal ilerlemenin önündeki en büyük engeli teşkil eden aydınlanma karşıtı gerici anlayış ve düşünceye ödün verme girişimleri 1938-1950 yılları arasındaki ‘Milli Şef Döneminde’ başlamıştır. 1950 sonrası olup bitenleri ve hala Menderes’in ‘Demokrasi Şehidi’ olarak takdim edilmesinin hangi maksadı taşıdığını anlatmaya gerek yok sanırım. 
 1920-1923 aydınlanma hareketinin bir devamı niteliği taşıyan 1961 Anayasası’nın sağladığı ‘Özgürlükçü Ortam’ ile birlikte ülkede kültürel, ekonomik ve yargısal ve siyasal gelişmeler yaşandı. 
 1961 Anayasası dönemin önemli hukuk adamlarından müteşekkil komisyonca hazırlandı. Güçler ayrılığı sağlandı. Cumhurbaşkanının partisi ile olan bağı kesildi. Çoğulcu demokrasi ilkesi benimsendi. TBMM Senato ve Millet Meclisi olarak ikiye ayrıldı. Yargı bağımsızlığı sağlandı. Yasaların Anayasaya uygunluğu denetimi için Anayasa Mahkemesi kuruldu. Yürütme faaliyetlerinin denetimi Danıştay’a verildi. Temel Hak ve Hürriyetlere teminat getirildi. İşçi ve memurlara sendika ve grev hakkı tanındı. Üniversiteler ve TRT özerkleştirildi. İzin almaksızın dernek kurma, gösteri ve protesto hakkı verildi. Sosyal Devlet kavramı eklendi.
 İşte bu siyasal iklimde 1961-1965 arasında, İsmet İnönü hükümetleri, o anayasal hakları garanti altına alan uyum yasalarını hızla çıkardı. İnönü’nün o dönemde kurduğu üç hükümette de, Çalışma Bakanı, o zaman 35-40 yaşlarındaki genç Bülent Ecevit’ti. O yasaların çıkarılmasında en fazla emeği olan siyasetçi, doğal olarak oydu ama bu hakların mimarı olarak anlatılsa da gerçek;1961 anayasasının öngördüğü ve bahşettiği hakları verilmesinin nedeni yine aynı Anayasanın amir hükümleri olduğu gerçeğini yadsımamak gerekir. 
 1961 Anayasası’nın bu tutumlarıyla düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü sendikalaşma da dahil örgütlenme hakkını güvence altına alınan kuralları neticesinde sol yelpazede yer alan sosyal ve siyasal hareketlerin büyük bir kısmı, düşüncelerini açıklama ve örgütlenme haklarını kullanmaya başladılar. 
 Komünistlik” gerçi o alanın kırmızı çizgisi olarak kalmaya devam ediyordu. Ancak “sosyalistlik”, “radikal sosyalistlik”, “sosyal demokratlık”, “demokratik solculuk” adı altında örgütlenmeler herkesin yasal hakkıydı. Tabii, o durum, işçi kuruluşları için de geçerliydi. Gerek sendikalaşma, gerek toplu sözleşme ve grev hakkını kullanma açısından, yasal durum elverişli olunca TİP (Mehmet Ali AYBAR’ların ve Behice BORAN’ların Türkiye İşçi Partisi) kuruldu.
 1961 Anayasasının ruhu dahilinde yürürlüğe giren seçim mevzuatı uyarınca ilk ve son kez 1965 seçimlerinde ‘Milli Bakiye Sistemi’ni (Ulusal artık) uygulandı. 
Millî bakiye veya ulusal artık nispi temsil ile beraber kullanılan ve oyların mecliste temsilini sağlayan seçim sistemiydi. Millî bakiye sisteminde seçim bölgelerindeki milletvekili sayıları nispi temsil sistemine göre bulunurdu. Partilerin seçim çevrelerinde aldığı bütün artık oylar toplanarak açıkta kalan vekil sayısına bölünerek milli seçim kotası saptanır. Her partinin toplam artık oyu milli seçim kotasına bölünerek, bununla orantılı bir şekilde milletvekilleri dağıtılmıştı.
Millî bakiye sistemi temsilde adaleti sağlama amacıyla oluşturulan bir sistemdi. Türkiye İşçi Partisi  aldığı %2,97 oyla 15 milletvekili,  Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi aldığı %2,24 oyla 11 milletvekili ile mecliste temsil hakkı kazanmıştı.
Bu durumu 2002 seçimleriyle kıyaslayacak olursak; Meclise giren birinci partinin %34,28 ikinci partinin ise %19,39 oy alarak mecliste temsil kudretini % 53,67 kazandığını, geriye kalan %46,33 oranındaki oyların ise seçimlerde uygulanan baraj garabeti gibi haksız bir uygulama nedeniyle çöpe atıldığını da unutmamak gerekir. Çöpe atılan, sadece oy zarfları değildi, milletin iradesinin yok sayılması idi. 
Biz yine gerçek konumuza dönersek; Mehmet Ali AYBAR, Behice BORAN. Çetin ALTAN ve benzeri 15 kişinin mecliste yaptığı etkin muhalefet sebebiyle ‘meclisin tozunu attırması’, yoksul kesimlerin sosyal ve ekonomik hak istemleri, TİP’in somut önerilerinin tabanda yaygın bir şekilde yer bulması, ABD’ye olan güvenin toplum nezdinde sarsılması ile zamanın CHP’si içerisinde de tartışmalar ve yeni konumlanma arayışlarını başlatmıştır.  Bu gelişmelerin etkisi ile ilk defa “Ortanın Solu” kavramı literatüre girmiş ve CHP bürokrasi etkisinden kurtulup halk ile bütünleşmeyi, halka açılma gereksinimi duymuştur. Bu rüzgar CHP de genel başkan değişikliği ile birlikte 1973 da % 33 ve 1977 de % 41,4 oy ile tarihinin en yüksek oy oranını yakalamıştır. Hatta bu oy nispeti ile ‘Ülke halkının %60’ı Sağ’a, geri kalan %40’ı ise sol’a oy verir’ gibi kabaca bir anlayış ve deyim yaratılmıştır.
Devam eden süreçte 12 Mart ve 12 Eylül’ü yaşadık. Yürürlükte olan Anayasa, 1961 deki Dünyada kabul gören ve Temel Hak ve Özgürlükler açısından kalitesi tartışma götürmeyen anayasanın ilga edilip yerine ikame edilen darbeci zihniyet ürünüdür. Her ne kadar çok sayıda üzerinde değişiklik yapılsa da hiçbir zaman 1961 Anayasası düzeyine erişememiştir. 
 Erken ya da zamanında yapılması fark etmez ülke seçim sathı mahalline girmiştir. Velev ki mevcut iktidar (Cumhur ittifakı) olası seçimlerde kaybetti, yerine yukarıda adını zikrettiğimiz genel başkanlardan (Sağa kaymış CHP ve diğer sağcı dostlarından müteşekkil) mütevellit oluşum (Millet İttifakı) iktidara geldi.  Ülkenin mevcut halinde ve yoksul geniş halk kitlelerinin yaşam tarzında bir iyileştirme yapılacağını, radikal düzenlemeler ve köklü çözümler üretilebileceğini tasavvur etmek hayal kurmak olsa gerek.
Sol kanadı bulunmayan bir uçak havalanıp uçabilir mi?
Radikal Sağ’ın alternatifi Sağ’a kaymış bir CHP ve diğer sağcı ortakları (dostları) olamaz/olmamalı!
Ülkenin yeniden yaşanabilir bir ülke olması, emeğin ve emekçinin yeniden kazanımlar elde edebilmesi, ülkenin yer altı ve yer üstü değer ve zenginliklerinin sermayenin azgın azınlığı yerine  geniş halk kitlelerinin yararına sunulması açısından bir sonraki seçimlerde meclise girebilecek yürekli ve kişilikli vekillere gereksinimiz olduğu gerçeği ortadır. 
Geçmişteki  (1965 deki) Aybar’ların, Boran’ların yerini bu günlerde doldurmaya çalışan ( Tıpkı tek başına meclisi dize getiren rahmetle ve minnetle andığımız Kamer GENÇ misali) Erkan BAŞ, Barış ATAY, Ahmet ŞIK, Sera KADIGİL gibi vekillerin sayısının çoğalması gerek.
Aynı tas, aynı hamam misali.  Bir nesnenin kopyasının aslına benzemesi ve kalitesinin daha da düşük olacağı gerçeğini kabul etmek gerek. Ülke yönetimini şahsi ikbal ve çıkarları için ele geçirmek isteyen zihniyetlerin rekabetini yanı sıra mevcut figürlerden daha sosyal (toplumcu),  daha solda konumlanan Sol ve Sosyalist Partilerin kendi aralarında bütünleşmesi meclise azami oranda vekil taşıması işsiz, işçi, çiftçi, köylü, memur, emekli hülasa geniş halk kitlelerinin yararına olacaktır. 
Bu nedenle böyle bir siyasal oluşumun olması umutlarımızı yeşertecek ve başarısı ülkeyi daha yaşanır hale getirecektir. 
Yazımı hafızalarımızda yer edinmiş bir Behice BORAN sözü ile tamamlayayım;
 “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır.”