1923 & 2023,Yüzüncü Yaş-
RAMAZAN TÜLÜ

RAMAZAN TÜLÜ

KUYUYA ATILAN TAŞ

1923 & 2023,Yüzüncü Yaş-

25 Ekim 2023 - 12:09


 
Cumhuriyeti biz kurduk, Onu sizler yaşatıp yücelteceksiniz” M. K. ATATÜRK
Cumhuriyetimiz kurulalı 100 yıl oldu. Kurucumuz, “biz kurduk ancak onu siz yaşatacaksınız” dese de biz onu yaşattık mı?
Eh, T. Cumhuriyeti diye tabir edebiliyorsak hala, yaşattık, yaşıyor sayılır.
Pekala yücelttik mi?
İşte orası tartışılır, hem de çok…
100 yıl öncesindeki amaç, ruh ve heyecan bakımından ne durumda?
 ‘Cumhuriyet’, imiz gelinen aşamada dil bilgisi tanımları ile belirtmeye çalışırsak bir “Zarf” halini almış, o hale dönüşmüştür. 1923 deki amaç, ruh ve heyecan ile bir “Özne” iken 2023’e  geldiğimiz bu günlerde artık bir “Edat”tır.
Konuya “Özünde Cumhuriyetle kavgası, hesabı olanlar” ile yüceltilebilinir mi? diyerek devam edelim.
Cumhuriyet'in kurucu ideolojisini, ruhunu ve önemini benimseme iddiasını taşıyan elit, bürokratik seçkinler ve yapmacıklı aydın geçinen küçük burjuvazi tarafından kabul edilememiş, İnkar edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen anlayış ve uygulamalar, hem devletlerin hem de o devlet üzerindeki büyük pay sahibi muktedir sınıfların kazanımlarını etkili bir biçimde değiştirse de, aslında çoktandır terk edilmiş olan “Kurucu İrade” sanki varmış gibi, riyakar bürokrasi, sözde aydın ve bilim adamları tarafından bir maket misali hep var gösterilmiştir. Bu, özellikle reformcu küçük burjuvazinin aşamalarla etkisini kaybedip ortam ve uygulamadan çekilmesine ve söz konusu dönüşümlere kurucu irade ruhuyla müdahale gücünü tamamen yitirmesine yol açtı. 1920 aydınlanmasının siyasal ayaklarından olan sivil aydın ve bürokrasi, kuruluş amacını ve gelişimini yadsımış ve Cumhuriyetimize yön verme yeteneğini de tamamen yitirmiştir. Köy Enstitülerinin kapatılması, kapatılma nedenleri ve tekrar açılması için gösterilmeyen çaba, “ Ben cahilin ferasetine daha çok inanırım” diyebilen rektörlük/dekanlık gibi bilim makamlarını işgal etmiş sözde bilim adamlarının mevcudiyeti bu tezimin kanıtı olsa gerek.
Kurucu iradenin yegâne amacı “Muasır Medeniyet Seviyesi” yani uygarlık düzeyi iken, gelinen durumda değişimi uluslar arası koşullar ve zorlamaların da etkisi ile ama yine de ulusal gelirden daha çok pay elde eden sermaye sınıfının nesnel gereksinimleri ile bağlantılı olmasıdır. Kuruluştaki amaçların oluşmaması ve cumhuriyetin yüceltilmemesi ve bugünkü hali hazırdaki dururumu Türk Burjuvazisinin kendine özgü anlayışı ve tutumudur. Dünyaya egemen olan ve tek derdi kar olup hep daha çok kazanma peşinden koşan vahşi kapitalizm yanlılarının ülkemizdeki temsilcileri bu anlayışa bir de kadercilik ve şükür ve itaat etme gibi edilgenlikleri de ilave ederek “din soslu” bir kapitalizm örneğini de icat etmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı yıkımından payını alan Osmanlı Devletinin yerine ‘kurtuluş’ arayışları ile ikame olunan genç Türkiye Cumhuriyeti, tarihsel olarak batıdaki sanayi devriminin gerçekleştiği ve başlıca kapitalist ülkelerin dünya pazarlarını bölüştüğü dönemde kurulmuştur. Emperyalist sömürüye karşı, ezilen ve sömürülen tüm uluslara bir örnek misali ile kurulduğu halde,
Türkiye’de üretici güçlerin gelişiminde sanayi alanını kısıtlayan sadece tarım alanına sıkıştıran temel etken uluslar arası emperyalizmi midir?
ATATÜRK’ün on beş yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde inşa edilen sanayi tesislerinin “Özelleştirme” adı altında yok pahasına satılması veya kapatılması, tarımsal üretimimizde de uygulanan yanlış politikalar neticesi dışarıdan bitkisel ve hayvansal besin maddeleri almaya mecbur kalmamızı neyle izah edeceğiz?
Sanayileşmiş Batı kapitalizmi için Osmanlı Devleti hammadde ve tarımsal ürün kaynağı, ama aynı zamanda mamul ürün pazarı olan yarı-sömürge bir ülkeydi, Şimdi de yapılmak istenilen sanırım bu…
1908’deki Jön Türk devrimi, Abdülhamid’in mutlak monarşisine karşı, halen oldukça sınırlı ölçekteki kozmopolit tüccar burjuvaziyle sivil-asker bürokrasinin reformcu kesimleri arasındaki ittifakın sonucunda 1920 Aydınlanması ve devamındaki 1923 devrimini yaşamışız. 
1923 deki Cumhuriyet, aynı zamanda kendinden önceki 10 yılın kazanımlarını da büyük oranda devralarak kuruldu. Bu müktesebatı, Müslüman-Türk burjuvaziye ihtiyaç duyan bir kapitalist ulus-devlet olarak ifade edilebiliriz.  Uluslararası koşulları güncelleyen etmenlerden biri de Ekim Devrimi ve sonrasında ortaya çıkan Sovyetler Birliği idi. Sovyetler hem milli mücadelenin askeri olarak kazanılmasında hem de sonraki bağımsızlıkçı  kuruluş döneminde belki de batı kapitalizmine  önlem olarak desteğini esirgememiştir. Başta Atatürk olmak üzere, devrin devrimci kadroları, SSCB ile ilişkileri yanında batının da bilimsel ve siyasal düzeyi arasındaki 400 yıllık geri kalmışlığı 15 yıl gibi kısa bir süreçte hemen hemen kapatmıştır.  Gerek yapılan Sanayi tesisleri, gerekse hukuk ve bilim alanında yapılan devrim niteliğinde yenilikler bunlara kanıttır. Batıdaki Kapitalist yapı ile Sovyetlerdeki Sosyalist yapı arasında bir denge kurarak Karma Ekonomi Sistemini öngörmüştür.
Bilindiği üzere Alman emperyalizmi İkinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiştir. İkinci Dünya savaşı sonrası ülkenin bu stratejik dengesi kademeli olarak ortadan kalkmıştır.  1923  Devrimi ile inşa edilen Cumhuriyetimiz, yeni dünya düzeninin kapitalist blokunda  bulunmayı tercih etmiştir. Bunun neticesi, başta sanayide ve tarımda olmak üzere ilk 20 yılda uygulanan temel iktisat politikalarının ortaya çıkardığı cumhuriyetle oluşan egemen sınıfın çıkarları belirleyici olmuştur. 1946 da çok partili hayata geçiş ve 1950 de siyasal alanı DP iktidarının doldurmuş olması, tarım ve ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahipleri ve milliyetçi bürokrasinin bir kesiminin yeni iktidar bloğunu oluşturmuştur. Yeni oluşan burjuvazi, sivil ve asker kökenli reformcu küçük burjuvazinin iktidar hissesini ve toplumsal reform hareketlerini sürekli ve üstelik kalıcı olarak küçültmüştür.
1950-1960 arasında yaşananlar, 1960 ve sonrası gelişmeler ve devam eden 20 yıllık yeni dönem, ilk on yılın sonunda sanayi sermayesinde holdingleşmeyle ortaya çıkan tekelci eğilimin baskın hale gelmesiyle açık burjuva diktatörlüğünün de pekişmesini sağlamıştır. 1960-80 arasındaki süreçte On İki Mart Muhtırası olarak adlandırılan 1971’de askeri müdahale, sanayi burjuvazisinin talep ve yönelimleriyle girilmiştir.  Burjuva iktidarının işçi sınıfı, köylülük ve tüm halk sınıfları üzerinde ve o kesimlerin aleyhine getirdiği gelişmeleri bilmek gerekir. 70’li yılların ikinci yarısında, özellikle işçi sınıfı ve solun önderlik ettiği halk muhalefetiyle ortaya çıkan tabloya ‘dur’ diyerek ve ‘zor’ kullanarak egemen sınıf bloğu gidişata müdahale etti ve 12 Eylül faşist rejimi getirildi,  Ki 12 Eylül, 12 Mart Faşizminin güncellenmiş ve geliştirilmiş, daha acımasız ve uluslararası işbirliği daha etkin bir şekli olarak ülkede halk kitleleri ve emeğiyle geçinen kesimin omzuna binmiştir.
Tekelci burjuvazi için daha zorlu ve esas ‘düşman’ olan, örgütlü ve politikleşme yönündeki işçi sınıfı ile onun doğal müttefiki durumundaki halk sınıfları ise doğrudan 12 Eylül Faşizmiyle hedef alındı. Tekelci büyük burjuvazi, işçi sınıfı tarafından tehdit edilen iktidarını koruyabilmek için, vaktiyle kendini ortaya çıkarmış Cumhuriyet'in temel ilkelerinden ve kuruluş amacından vazgeçme bahasına kapitalizmin yeni küresel aşamasına uygun şekline yani vahşisine dönüştürmeye olan çabası yetmezmiş gibi üzerine bir de din sosu eklemiştir. 
Cumhuriyet'in ekonomik altyapısındaki, geniş sınıf katmanlarının yararlandığı kamusal varlığın tasfiye edilmesi ve idari üstyapının da bununla paralel olarak dağıtılması...
Sağ iktidarların ‘Başkanlık rejimi’ hayalleri, Koç, Sabancı gibi büyük sermayenin en güçlü kesimlerinin sözcüleri tarafından sakınmaksızın dile getirilen yönetim şekliydi. 1980 deki 24 Ocak Kararları ve İDT ve KİT’lerdeki özelleştirmelerle maddi altyapı tasfiye edildi. 1990’lardan sonra yaşanılan karşı-devrim süreci ile uluslararası uygulanan liberal politikaların ve destekçisi ikinci cumhuriyetçiler ve liboşların türemesine neden oldu.
2000 li yıllarda ülke kapitalizminin kendi açmazlarından kaynaklanan derin ekonomik krize Kemal Derviş pansumanı ile dışa ve IMF’ e bağlı ülke ekonomisi bir nebze soluk almış ise de;  Son 20 yılda yaşanan gerilim ve çatışmalar,  mevcut siyasal yönetimin tekelci büyük sermayeye verdiği destek sonucu emeği ile geçinen halk kitleleri yaşadığı iktisadi krizin altında ezilmektedir.
Laiklik, kadın özgürlükleri, eğitim, dinin devlet içinde kurumsallaşması, kamu olanaklarının köktendincilere aktarılması gibi başlıklardaki endişeler ve gerilimler son derece haklı bir nedenlerden kaynaklanmaktadır.  Bu son durumun sorumlusu, sadece siyasal üstyapıyı temsil eden güçlerde değildir.  Cumhuriyet, yaklaşık 200 yıldır bir şekilde bu toplumun gündeminde olmuş demokratikleşme amacını, oldukça kısa süren ve çok sınırlı bazı uygulamalar içeren istisna dönemler dışında gerçekleştirememiştir. Demokratikleşme de gelinen nokta mevcut siyasal partilerin kendi bünyesinde Parti İç Demokrasiyi bile uygulamaktan imtina etikleri gerçeği ile sabittir. Bu gelişmeler ile  ‘muasır medeniyet’ seviyesine yaklaşmak şöyle dursun uzaklaştığımız tartışma dahi götürmemektedir. Dahası, kendisini yöneten egemen sınıflarca 40 yılı aşkın süredir bu hedefler terk edilmiş olarak Cumhuriyetimizin 100. Yaşını kutlayacağız.
100 yılını tamamlamada şunun şurası bir hafta kalmış iken ortada bir kutlama programının bile olmaması sizce bir anlam ifade etmiyor mu?
 Heyecanla beklenilen “2023 de Lozan’ın gizli maddeleri kalkacak” (!) safsatalarından söz edilmiyor artık. Kim bilir, belki de ekonomide yaşanılan olumsuzlukların sebebi bu safsatanın anlaşılması olmasıdır!
 1973 de 50. yılını, 1998 de 75. yılını kutlanmasını yaşamış ve etkinlikleri görmüş biri olarak 100’üncü yıl kutlamalarını hangi bahaneyle sönük geçecektir bir cumhuriyet çocuğu olarak merak ediyordum.
O halde ortak hafızayı canlı tutacak böylesi vesileler nedeniyle bizi birbirimize yakınlaştıracak, Ulusal bayram ve zaferleri kutlamaktan çekinen, bir bahane üreterek yok etmekle maruf egemenlere inat halk olarak coşkuyla Cumhuriyetimizin 100. Yılının kutlayalım. 29 Ekim'de sokaklara taşalım, bir birimize sarılarak, kucaklaşarak kutlayalım.  Bize kurulan bu Cumhuriyet'i armağan edenleri. Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet değerlerine yan gözle bakan dâhili ve harici bedhahlarımıza meydanı boş bırakmayalım.