ONKOLOJI GÜNLERİM 2 "ŞANSLISIN"
Mavi Ay

Mavi Ay

ONKOLOJI GÜNLERİM 2 "ŞANSLISIN"

01 Şubat 2019 - 10:33

Doktorun yanından çıkar çıkmaz, işleri olduğu için benimle hastaneye gelemeyen eşime telefon açıp ''kansermişim'' dedim.''Hadi yaa..!'' dedi eşim büyük bir şaşkınlıkla.50 yaşındaki adam telefonun ucunda ağlamaktan konuşamıyordu.Çoğumuz işlerimizin yoğunluğundan sevdiklerimizin en önemli, en hassas zamanlarında bile yanlarında olamıyorduk ama işte hayat, bu kaçırılmış zamanların telafisine fırsat bile vermiyordu bazen.Bizim iş dediğimiz birçok şey tekrar elde edilebilinirdi fakat akıp giden zaman, o anlar, olması gerekip de yapmadığımız onca şey bir kez daha yaşanmıyordu.
 Sanırım kadınlar böyle zor durumlarda erkeklere nazaran daha dirayetli, daha güçlüydü. Tüm kanser süreci boyunca en çok o gün o hastanenin bahçesinde, o telefonda kendimi çaresiz hissettim. O bana birşeyler dedi mi ben ona atlatırız dedim mi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım ikimizin de telefonda o an ağladığıydı. Ailemizi çekip çeviren, güçlü olan, toparlayan hep ben olurdum.Kanser gibi ağır ve zor süreçte de güçlü olmak, savaşmak yine bir kadın olarak,bir anne olarak bana düştü. Telefonu kapatıp öylece oturdum. Ne kadar oturdum o sırada neler düşündüm hatırlamıyorum. Biri birkaç ay sonra daha yeni 12 olacak, biri de 10 yaşındaki iki çocuğum evde yalnızdı.Onların anneye ihtiyacı vardı.Gözyaşlarımı silip hastaneden ayrıldım eve çocuklarımın yanına gittim direk.
 Eve gittiğimde her zamanki gibi yemeklerini masaya koyup onların karınlarını doyurdum.Hayat devam ediyordu ve benim çocuklarımı annesiz bırakmaya hiç niyetim yoktu. Onlar için savaşmalı, kansere teslim olmamalıydım.Onlara öğreteceğim daha çok şeyler vardı.İlk başta da onlara annesiz yaşamayı öğretmeli, bana birşey olduğunda artık kendi ayakları üzerinde güçlü başarılı çocuklar olmalarını sağlamalıydım.Çünkü bu süreçte ne akrabalarımız ne bir yakınımız ne de kanser dernekleri ne de sosyal yardımda bulunabilecek kurum ve kuruluşlardan herhangi birisi destekte bulunuyordu. Bırakın yardımı yanımızda olan bile yoktu.İnternet üzerinden benimle yazışan arkadaşlarımın desteği vardı sadece.
 İşte hayat, moral ve yardıma ihtiyacımız olduğu zamanlarda bu kadar acımasızdı. Kanserle,bedenimizdeki kötü huylu kitlelerle savaşmak kolaydı ama bana ve çocuklarıma, aileme bu süreci daha da zorlaştıran insanların, merhametsiz ve vicdansız yaklaşımlarıyla savaşmak en zoruydu. İşte benim savaşma, kanseri yenme arzumu, karşılarına geçip ''hey durun bakalım,bir kendinize gelin. Ben daha ölmedim. Karşınızda dimdik ayakta duruyorum'' diyerek onlara kafa tutmamı, kararlılığımı en çok da bu anlayışsızlıklar kamçıladı. Hayat bana bir kez daha imkansızı başarma, zorlukları yenme ve güçlü olma fırsatı tanıyordu. 
   Ne yapacaktık, bu hastalık nasıl birşeydi, kime sormalıydık bilmiyorduk.Eşi, çok büyük bir özel hastanede, kalp cerrahı olan, hemşire bir arkadaşıma telefon açtım.Lise yıllarından beri görüşmemiştik.Başka bir ilde olduğu için benim bulunduğum şehirdeki cerrahları tanımıyorlardı.Durumumu izah eder etmez ''eşim oradaki arkadaşlarına sorsun seni arayacağım'' dedi. Aynı gün içinde kısa sürede bana geri döndü.Meme ameliyatlarını ''piyasada'' en iyi yapan cerrah Maslak'ta büyük bir hastanedeydi. Benim oraya iki çocukla gidip gelmem imkansızdı.
  İşte bunun üzerine yıllardır görüşmediğim, lisede aynı yurtta kaldığım, Aydın'dan çocukluk arkadaşım Kezban Berberoğlu'nu aradım. Kezban, benim bu süreçteki en büyük şansım oldu.Sadece doktor olduğunu biliyordum ne branşını ne de çalıştığı hastanesini bile bilmiyordum.Kendisine telefon açıp ''bana kanser teşhisi konuldu.Gittiğim cerrah acil ameliyat diyor. Ameliyat için bana tavsiye edebileceğin bir doktor var mı'' diye sordum. Hiç ikiletmedi bile.Gayet canayakın bir sesle ''sen o tahlillerin hepsini al bana gel'' dedi.Gebze'deydi. Nasıl gideceğimi ve hastanenin nerede olduğunu tarif etti.
 Eşimle birlikte elimizde dosyamız Kezban'ın çalıştığı hastaneye gittik.Hastanenin cam kapılarından içeri girerken, o sakin ışıl ışıl koridorlarda ilerlerken, kendimi, 7 yıldızlı otellerden birisine giriyorum zannettim. Sanırım ülkemizdeki en konforlu, en büyük özel hastanelerin başında geliyordu. Danışmadaki hosteslerin eşliğinde asansörle zemin kata indik. Kezban'ın bölümü hiç güneş görmeyen bu kattaydı ''Kezban hanım birazdan gelecek'' dediler gayet kibar bir dille ve güleryüzle. Şu an rahatlıkla yazabiliyorum fakat o sırada bunlar,kanser olduğunu duyunca büyük bir travma yaşamış, sarsılmış, hiçbirşeyi idrak edemeyen birinin,etrafındaki herşeyi sanal bir alemde, 3 boyutlu yaşaması gibiydi. 
 Lisedeki arkadaşım yıllar sonra çok tatlı, çok kibar bir dille yanımıza geldi.Bulunduğumuz odaya içeçek ve ikramlıklar getirtti.Ben sadece bir cerrah tavsiyesi almak için gelmiştim ama tam da bu sürece denk düşen çok doğru bir adrese gelmiştim. Çünkü Kezban NÜKLEER TIP doktoruydu. Vücuttaki kanserli dokuların radyoaktif bir maddeyle tespit edildiği pet/cd denilen çekimleri yapıyor ve hastalığın tespitini yapıyordu. Kezbanın çektiği film ve yazdığı rapor doğrultusunda kanser tedavisi yürütülüyordu. Yaygın olarak bilinen kemoterapi ve radyoterapiler kadar önemliydi nükleer tıp. Hatta tedavinin gidişatı açısından bence en önemlisiydi. Sizi ışık bile almayan bir odaya alıyorlar, kolunuzdan metal enjeksiyonlarla verdikleri ilaç sayesinde tepeden tırnağa filminiz çekiliyordu. Bu film çekimi sırasında siz sadece yatıp uzandığınızdan oldukça rahat ediyordunuz. Pet çekimi sırasında oda belli bir soğuklukta olduğundan üşümüştüm. Üzerime hemen getirip bir battaniye örttüler.O personelin, o teknikerlerin, hemşirelerin, şefkatini, ses tonundaki canayakınlığı, kanser olduğunu duyunca şok olmuş bir hastaya nasıl yakınlık gösterildiğini hala unutmuyorum.Kendilerine ömrüm boyunca minnettar kalacağım. 
 Kezban'ın raporunu yazması sırasında nükleer tıp bölümündeki bekleme odasında çok iyi ağırlandık.Sonra ekranda benim filmlerimin olduğu bilgisayarlı bir odaya girdik.Duvardaki ekranda siyah beyaz insan vücudu ve bazı yerlerde siyah noktalar vardı.Sanki uzayda bir boşlukta yürüyor gibiydim. Tüm bunları sanki başkası yaşıyordu da ben izleyiciydim. O nedenle de konuşulanlardan sadece beni etkileyen kelimeleri idrak edebiliyordum.Cümleleri tüm dikkatimle dinlemeye çalışsam da anlayamıyordum bile.
 Kezban duvardaki ekrana bakıp o dünyalar tatlısı ses tonuyla ''çok şanslısın'' dedi. Aman Allahım kanserdim ve bir de üstüne şanslı mıydım.?! Hani acilen ameliyata girmeliydim.?Hani hemen ölüyordum.? Kezban'dan önceki doktor öyle demişti. ''ÇOK ŞANSLISIN'' dedi tekrar. ''Kemiklerde, iliklerde, iç organlarda HİÇBİRŞEY YOK'' dedi. Ben o sırada, o anki travmatik şoka girmiş bir halde, sadece bu HİÇBİRŞEY YOK kelimesini anlayabildim.''Memede ve koldaki lenflerde var sadece.Bu da bizim için BÜYÜK ŞANS.Meme kanseri en tedavi edilinebilinir kanser.Endişelenmeni gerektirecek,korkulacak bir durum yok '' dedi yemyeşil zümrüt gözleriyle, ne çıkacağını merakla bekleyen gözlerime bakarak. 
 Kezban'ın bu konuşması, kanseri sanki bir arı sokması kadar zararsız birşeymiş gibi anlatan o tatlı sesi, kendisinden önce darmadağın olmuş psikolojimi, işte bu konuşmasıyla sakinleştiren, toparlayan o konuşması dün gibi aklımda. Bir insana kanser gibi sarsıcı bir durum sanki dünyanın en güzel şeyiymiş gibi böyle anlatılıyordu demek ki..Daha önceki bazı doktorların ''aman ölüyorsun,acil,hemen'' diye paniklettirmelerinden sonra Kezban'ın onkolojik hastalara nasıl yaklaşılacağı, onlarla, nasıl konuşulacağı konusunda uzman olduğuna bizzat şahit olmuştum. Ben ŞANSLIYDIM. KORKULACAK BİR DURUM YOKTU. Sanıldığı gibi vücudumun hiçbir yerinde ciddi bir durum yoktu. Sadece memede ve kolaltında vardı ve bu tedavi edilebilinir bir durumdu. Olaya bu şekilde bakmayı bir uzman olan arkadaşım söylüyordu.Ondan sonraki süreçlerde de Kezban'ın ilgi ve alakası, ölümle hayat arasındaki o ince çizgide hep hayata asılmamda çok etkili oldu.
 Menfaat ve maddiyatın bu kadar hakim olduğu bir dünyada, iyi insanlar da varmış dedirten canım Kezbanım işinde çok titizdi. Arkadaş olarak çok iyiydi ve en önemlisi de daima çok iyi bir insandı. Hayat yolunda ilerlerken tek tek biriktirdiğimiz dostlarımız, karşılıksız menfaatsiz arkadaşlıklarımız işte en büyük zenginlikti.Hayat böyle dostlarla güzeldi ve böylesi iyi dostlarla uğrunda savaşmaya değerdi.