Birlikte Yürümek
Veli Yalçın

Veli Yalçın

GEZİCİ

Birlikte Yürümek

15 Ocak 2019 - 09:20


Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu sorunların yaratıcısı, daha iyi bir dünyada, daha insanca yaşanabilir olduğunu söyleyen aydınlar, solcular ve emekçi insanlar olmadığıdır. Ne ekonomik krizin, ne toplumsal kutuplaşmanın, ne de toplumsal yozlaşmanın ve çürümenin suçlusu değildir. Daha güzel bir dünyadan yana olan bu insanları ülkenin başına bela olmuş her türlü kötülüğün sorumlusu gibi gösterme çabası, telaşı ve yalanı son bulmalıdır.
Uzun yıllar iktidar olsalar da, ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarına akılcı çözümler getirmek yerine, toplumun her geçen gün artan sorunları göz ardı edilerek gerek içerde gerekse dışarda sürekli yeni düşmanlar üretilmiş ve bunun sorumluluğu da iktidara muhalif olan kesimlerin üzerine yüklenmiştir.
İktidara muhalif olmak bir “suç örgütü üyesi” gibi görüldü, görülmeye de devam ediyor. Bu durum gerek parlamento içi gerekse parlamento dışı partiler, demokratik kitle örgütleri ve tek tek kişiler içinde bu durum böyle devam ediyor. Herhangi bir kafe içinde iki grup arasındaki sıradan bir tartışma bile toplumu ayrıştırmak için en yüksek perdeden kullanılıyor. Oysa bu toplum  “Kabataş yalanı”nı unutmadı ki. Bu yalana ait görüntüleri izlediğini söyleyenler, o günleri hatırlamak bile istemiyorlar.  Oyuncu Deniz Çakır üzerinden yeni bir “Kabataş yalanı” üretmenin kime ne faydası olur.  
Muhalefetin iktidarın karşısında dağınıklığı, mücadele perspektifi ve moraline yeterince sahip olmamaları ve meydanı tümden iktidara yani Erdoğan’a bırakmaları da ayrı bir sorunu oluşturmaktadır. AKP ve Erdoğan’ı alternatifsiz kılanda budur. Aslında AKP diye bir parti yoktur; Erdoğan varsa parti vardır, yoksa parti yoktur. Kim ne derse desin; görünene, uygulamaya ve  sonuca baktığımızda, gerçek budur. Öyle ki, Erdoğan gündeme ne getirdiyse, o tartışıldı. Selahattin Demirtaş dışındaki muhalefet, Erdoğan’a karşı mücadele edemediler ve onun bir başka versiyonuna dönüştüler. Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı, siyasi bütün dengeleri alt üst etti. Kılıçdaroğlu’nun unutulmaz yardımıyla parlamenterlerin siyasi dokunulmazlığının kaldırılması ve Demirtaş’ı cezaevine atılmasıyla bir süreç tamamlanmış oldu. Artık muhalefet, görünen gücünün de ötesinde daha zayıf ve etkisizdi.
Her ne kadar, iktidar kabul etmese de, ülkemiz zor ve karmaşık bir süreçten geçiyor. Ekonomik, toplumsal ve kültürel alanda geriliğe doğru sürükleniyoruz. Geriye doğru sürüklenme bütün toplumsal kesimleri etkilemektedir. Basında bol bol okuyoruz. Yüz kişilik geçici işçi alımlarına binleri kat kat aşan başvurular yapılıyor. Bu manzaralar rutin görüntüler haline geldi. Televizyonda izlediğimiz ve toplumun gündemini işgal eden Palu ailesinin istisna olmadığını bilim adamları dile getiriyor. Tiyatrolar artık oyunlarını sahneleyecek salon bulamıyor ülkenin dört bir yanında.
Bu alternatifsiz gibi görünen ortam toplumun bütün kesimlerini umutsuzluğa sürüklemektedir. Bu umutsuzluk tedirginlik ve gelecek korkusu yaratıyor. ABD’de yayımlanan New York Times’e göre, “Varlıklı ve yetenekli Türkler kitleler halinde ülkeyi terk ediyor.” Yine Euronews’in bir haberine göre, ”Türkiye’nin beyin göçü tarihte sayısal anlamda benzeri görülmemiş bir noktaya ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayımladığı “Uluslararası Göç İstatistikleri” raporuna göre 2017’de Türkiye’de göç eden kişi sayısı bir önceki yıla kıyasla yüze 42,5 artış göstererek 253 bin 640 oldu.” Ayrıca Sabah Gazetesi’nden Dilek Güngör’ün yayımladığı makaleye göre, “Sabancılar maaile Malta vatandaşı oldu.” Tüsiad Başkanı Erol Bilecik, bir televizyon programında, ”Söylemediklerimizden de sorumluyuz” dedi. İktidara her türlü desteği verenlerden Abdurrahman Dilipak bile gelinen noktadan memnun değil ki, “ Bizim güzel hayallerimiz vardı. Hepimizi kullandılar! İktidar bizim, biz de iktidarın suçlarının ortağıyız" dedi.
Görülüyor ki, ülkemizin sorunları her geçen gün biraz daha ağırlaşmaktadır.  Önümüzdeki süreçte 31 Mart 2019’da yerel seçimler var. Seçimlerden yapılmadan anayasa tartışmaları başladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bir partinin adayı olarak katılacak olan TBMM Başkanı Binali Yıldırım, anayasanın 94. Maddesini görmemezlikten gelmekte bir sakınca görmüyor. Yine Yıldırım, seçimleri siyasi bir faaliyet olarak kabul etmiyor. Seçimleri anayasa ve yasalara uygun olarak yapması gereken YSK ise başka bir sorun. Geçtiğimiz seçimler sırasında aldığı kararlarla tümden tartışmalı hale geldi. Mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılmasını hatırlayın. “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” (67. Madde) şeklindeki anayasa hükmü ortada dururken, YSK üyelerinin görev süreleri bir yıl süre uzatıldı. Ağırlaşan bu koşullar altında; iktidarın yasa tanımazlığı ve vurdumduymazlığına karşın muhalefetin konuşmaktan başka yaptığı hiçbir şey bulunmuyor.
Muhalefet, ülkenin geleceği için, elini taşın altına koymaktan korkmamalı, iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkmalı ve cesaretle politika yapmalıdır.
Toplumsal, siyasal, ve dinsel baskıların tümüne son verilmesi temelinde birlikte yürümek gerekmez mi?