-YAZACAK ÇOK ŞEY VAR AMA BEN ÖYLESİNE KARALAYACAĞIM-



 
Ulusal ve Yerel Basında bazı köşe yazarlığına öykünenleri görüyorum.
 
Genellikle şu şunu demiş bu bunu yapmış minvalinde…
 
Bilindiği gibi yazarlarca kişiler, olaylar ve fikirler yorumlanır ya da habere konu edilir.
 
Benim kişiler ile bir problemim olmadığı için yazılarımda isim zikretmem.
 
Yazdığım yazılarda olaylardan yola çıkarak fikir ekseninde bir şeyler karalarım.
 
Aday Kim Olacak?
 
Televizyonlarda tartışma programlarına çıkan şahısların, haber sunucularının ve sosyal
Medya da yazıp çizenlere şöyle bir bakıyorum da herkesin kilitlendiği ve ağzından
düşmeyen merak konusu tek bir mefhum var; “6’lı Masanın Adayı Kim olacak, Kim
olmalı?” Televizyonlarda arz-ı endam eyleyen sözde gazeteci, yorumcu ve bilim adamları
hep bu soruyu sorup cevap verme telaşındalar.
 
Hiç kimse; “Kim olduğunun ne önemi var, nasıl olacak, Velev ki oldu, ne yapacak,
Ülkeye ve Ulusa faydası olacak mı, olursa ne kadar olacak?” gibi soruları sormuyor. Soru
olmadığı için ortada, bu hususta bir cevap veren ve yorum yapan da yok haliyle…
 
Hadi işine bak, işine!
 
Ülkede öyle enteresan şeyler oluyor ki, her gün değişik olaylar görüp, duyup şaşırmamak
elimizde değil. Yine bir haber bülteninde, bir gazeteci elindeki mikrofonu  siyasal şahsiyetin
birine uzatarak gündeme ilişkin bir soru yöneltiyor. Soruyu beğenmeyen zat-ı muhterem ise
“Hadi işine bak işine!” diyerek hadiseyi geçiştiriyor. Bir gazetecinin işi, soru sorarak bilgi edinip
haber yapmak değil midir?
 
Baş Örtülü Bacım Edebiyatı Karnımızı Doyuracak mı?
 
 1967 de başlayan, günümüzdeki etkin bir siyasetçinin de halası olan şahsın okuduğu
üniversitede başındaki örtüyü çıkarmamak için direnmesi ve arkasından başörtü meselesinin
özellikle de doksanlı yıllarda alevlendirilmesi ve bu güne kadar ülkedeki siyasal yaşamın ve
siyasi kriterlerin türban ekseninde yürütülmesi ne kadar akılcı, bilimsel verilere uygundur?
Toplum da böyle bir sıkıntı varmış gibi, muhalif kesim Yasa Önergesi veriyor…
İktidar kesimi ise; “ Yok yasa olmaz, Anayasa değişikliğine gideceğim” diyor…
 
Adliyelerde hakimlerin bile duruşmalara türbanla çıktığı bir süreci yaşadığımız halde, temcit pilavı
ısıtırcasına, türbanın bu denli gündeme getirilmesi siyasi şahsiyetlerimizin oy kaygısı değil se nedir?
Hal buysa toplumun kaygıları geçim sıkıntısı, kamu hizmetlerinin etkin ve verimli olmaması…
 
Kararın “kesin karar” olma sıkıntısı;
 
Yasalarımız ve Anayasamızda bazı kararların, olayın şekline ya da dava konusun miktarına ilişkin
olarak kararın kesin olduğunu hükme bağlanmıştır. Hakimler kararları ile konuşurlar ve yorum
yaparlar. Fikir ve yorumlarını bir gerekçeye dayandırmak zorundadırlar. Kesin kararların denetimden
geçmemesi. Dosyanın arşive kaldırılıp verilen kararın infaza gönderilecek olması, rutin ve klişe basma
kalıp bir cümle ile “İtiraz nedenlerinden hiç biri yerinde görülmediği için kesin olarak reddine..” şeklinde
kurulan soyut gerekçe cümlesi,  hakimi yasal sorumluluktan kurtarsa bile hukuki ve vicdani sorumluktan
kurtaramayacağını savunuyorum. Çünkü Yerel ve bazı üst düzey mahkeme kararlarında böyle soyut gerekçeleri
gördüğüm vakit bu savım hep aklıma gelir de ondan karaladım…